SABRO

‘Sahipsiz Çığlık’: Taşların Hikayeleri

Hakkari’de yaşayan Doğu Süryani - Asuri halkının kimlikleri, tarihleri, inançları, ibadetleri ve ibadethanelerini konu alan 'Sessiz Çığlık' belgeselinin yapımcısı Gazeteci ve yazar Emin Sarı'ya mikrofon uzattık. "Bu topraklar üzerinde binyıllardır duran yapıların sıradan taşlar olmadığını anlatmak istiyoruz" diyen Sarı, belgeselin yaklaşık bir ay sonra izleyiciyle buluşacağını ifade ediyor.

Sahipsiz Çığlık belgeselini çekmeye nasıl karar verdiniz, projenizi hayata geçirme sürecini anlatabilir misiniz?

Yaşadığımız coğrafya Mezopotamya, Anadolu gerçekten de medeniyetlere beşiklik etmiş coğrafyalardır. Nereye bakarsanız bakın tarihi kültürel bir değer görürsünüz ama maalesef bu zenginliğe denk bir duyarlılığı görmek neredeyse hiç mümkün olmamıştır. Bu hem hükümetler hem yerel yönetimler hem de toplum acısından da böyledir. Geçmişte yaşamış medeniyetlerin, toplumların ve inançların geride bıraktığı özelikle mimari yapılara gereksiz taş yığınları ya da potansiyel define alanı gibi bakan bir anlayış hep hakimdi, halen de hakim. Bu yüzden her nereye bakarsanız bakın bir tarih talanı görmek mümkündür. Hakkari de maalesef bu talanın, ilgisizliğin yaşandığı yerlerden biridir ve her geçen gün bir tarihi değer daha kimsenin haberi olmadan yok olup gidiyor.

Ben de eskiden beri tarihi ve kültürel değerlere ilgi duyan ve bu değerlerin bizden sonraki nesillere aktarılması için kendi çapımda bir uğraş içinde olan biri olarak hep “acaba ben ne yapılabilirim?” sorusunu kendime soruyordum. Belgesel yapma fikri bende böyle oluştu ama bu konuda çok da tecrübe sahibi değildim, dahası bu işi yapabilmek için maddi ve teknik olanaklara sahip olmak da gerekiyordu. Uzun süredir bu konuda bir arayış içindeydim.

 

Emin Sarı

 

Tam da bu esnada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin açıkladığı “Demokrasi İçin Medya / Medya İçin Demokrasi” isimli bir desteğe proje sundum ve projem kabul edildi. Aslında bir bütün olarak Hakkari’de aynı kaderi paylaşan tüm diğer tarihi yapıları kapsayan geniş bir çalışma yapmayı düşünüyordum ama bu çok daha büyük bir çaba ve tecrübe gerektiriyordu. Ayrıca kamuoyunda Nasturiler olarak bilinen Doğu Asur Kilisesi’ne ait yapılar son yıllarda artan bir “yok olma” tehlikesiyle yüz yüze oldukları için, bu konuda bir duyarlılık oluşması için de Nasturiler’i konu aldım.

Belgeselinizden bahsedebilir misiniz, izleyicileri neler bekliyor, Sahipsiz Çığlık bize neler anlatıyor, nasıl bir mesaj veriyor?

Öncelikle şunu belirteyim kamuoyunda Nasturiler diye bilinen Doğu Asur Kilisesi ya da Doğu Asurileri kendilerine Nasturi denmesinden rahatsız oluyorlar. Zaten bu konuda ciddi bir kavram karmaşası olduğunu da söyleyebiliriz. Kimileri Asuri, kimileri Süryani kimileri Keldani veya Mesihi diyor. Tabi bütün bu tanımlar birbiriyle ilişkili. Belgeselde öncelikle geçmişte Hakkari’de yaşayan bu halkın kim olduğunu kısa da olsa açıklamaya çalışıyoruz. Tarihleri, inançları, ibadetleri ve ibadethanelerinin özelikleri gibi sorulara cevaplar vermeye çalışıyoruz.

Yoğunlaştığımız konu daha çok Doğu Süryanilerinin Hakkari’deki tarihi ve onlardan geriye kalan kiliselerin, manastırların şimdiki durumu üzerine. Tüm bunları aktarırken Süryanilerle ilgili uzman bir akademisyenin bilgilerine başvuruyoruz. İki anlatıcımız var birisi doktora tezini Doğu Asurileri yani Nasturiler üzerine vermiş olan Hakkari Üniversitesi Öğretim görevlisi Yaşar Kaplan diğeri de yerel tarihçi diyebileceğimiz yazar Vasfi Ak. Tabi başka röportajlarımız da var...

Belgeselimiz 40 dakika olacak. Belgeseli Kürtçe çekiyoruz fakat Türkçe altyazılı olacak. Daha sonra dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Doğu Asurilerinin daha kolay anlayabilmeleri için İngilizce altyazılı olarak da hazırlamak istiyoruz.

"Bu topraklar üzerinde binyıllardır duran yapıların sıradan taşlar olmadığını anlatmak istiyoruz"

İzleyiciler çoğunlukla duygusal anlar yaşayacak diyebiliriz. Şaşıracaklar, bazen üzülecek ve kızacaklar. Vermek istediğimiz mesaj belki de günümüzde en çok ihtiyacını duyduğumuz hoşgörü ve farklılıklara saygı duymanın erdem olduğudur. Bu topraklar üzerinde binyıllardır duran yapıların sıradan taşlar olmadığını anlatmak istiyoruz. Bunlar insanlığın ortak mirasıdır dahası bu toprakların zenginliğidir.

Tabii en temel hedeflerimizden biri de bir bütün olarak tarihi yapıların korunup, yaşatılmasına dönük bir duyarlılık yaratmaktır. Sanıyorum ki Hakkari’de yaşayan birçok insan bu yapılardan habersizdir ya da kulaktan duyma bilgilere sahiptir. Umuyorum bu belgesel bir vesile olur ve bölgemizde var olan tüm tarihi varlıkların değeri daha iyi bilinip, korunur ve yaşatılır. Bu konuda verdiğimiz temel mesaj aslında bu yapıların kendisinin define olduğudur. İleride bu yapılar birer inanç ve kültür turizmi merkezi olma potansiyeline sahiptir.

Çekim aşamanızdan bahsedebilir misiniz (nerelere gittiniz, nelerle karşılaştınız) ?

Çekimlerimizin son aşamasındayız, hatta bitirdik diyebiliriz. On beşe yakın Asuri yapısında çekimler yaptık. Özelikle yoğunlaştığımız üç yapı var. Birisi Hakkari merkeze 20 km mesafede bulunan Doğu Asurilerinin son 500 yıllık Patriklik merkezi olan Kocanıs Kilisesi, diğeri Şemdinli Yayla Mahallesinde bulunan Dêra Reş kilisesi, ki bu kilise Doğu Süryanileri için ruhani bir merkezdi, hatta haç merkezlerinden biriydi. Üçüncü yapı ise Kırıkdağ vadisinde bulunan Mar Şalita Manastırı.

Tabii bunlar dışında da birçok yapıda çekimler yaptık ama gitmek isteyip de gidemediğimiz birçok yapı mevcut. Örneğin Doğu Süryanilerinin en kalabalık nüfusa sahip olduğu Tiyar Vadisine operasyonlar sebebiyle gidemedik. Yine benzer sebeplerle gidemediğimiz birçok alan var.

Belgesel çekim ekibimiz beş kişiden oluşuyor; iki kameraman iki anlatıcı ve ben. Mümkün olduğu kadar araçla ulaşım sağlanabilen yerleri tercih ettik. Fakat oldukça sarp bir kayalığa yapılmış olan Mar Şalita Manastırına ulaşmak için yaklaşık 2 saatten fazla yürümek zorunda kaldık, çok zorlandığımızı belirtmek isterim.

Tabii çekim yaptığımız yapıların hepsi de yıkıma terkedilmiş değil, bazıları köylüler tarafından korunmaya alınmış. Örneğin Kırıkdağ Vadisinde bulunan ve yeraltı kilisesi diyebileceğimiz bir kilise mevcut. Bu kilisenin üzerine bir köylü ev yapmış. Gördüğümüz bu kilise iç yapısı itibarıyla çok iyi korunmuş durumdaydı. Yine Yüksekova’da Asuri kilisesi olarak bilinen bir Ermeni kilisesi de köy evinin bir bölümü gibi kullanılmakta.

Özelikle köy yerleşimleri içinde kalan kiliselerde yaptığımız çekimlerde, köylülerin şüpheli bakışlarıyla karşılaştığımızdan da bahsetmek gerek. Köylüler kiliselerle ilgilenen herkese defineci gözüyle bakıyor. Bu yüzden çekim yapmak için gittiğimiz her kilisede yanımızda köylülerden bir rehber alarak gittik. Hem bize yol gösterdiler hem de bir yerde define kazısı yapıp yapmadığımızı da gözlemlediler…

Projeniz için aldığınız bir destek oldu mu, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Olumlu geri dönüşler alıyoruz. Yine bireysel manevi katkıda bulunan gazeteci ve duyarlı birkaç isimden söz edilebilir. Zorluklar konusu da daha önce belirttiğim gibi yasak bölgeler ve operasyon bölgelerine gidememe durumuydu.

Belgeselinizde Doğu Süryanileri de yer alıyor mu veya çekim aşamalarınızda görüştüğünüz Asuriler oldu mu?

Bu konu önemlidir gerçekten. Doğu Süryanilerini anlatmaya çalışıyorsunuz ama onların görüşlerine yer vermiyorsunuz, veremiyorsunuz... Biliyorsunuz Hakkari’de hali hazırda yaşayan tek bir Asuri bile yok! Aslında belgesel proje aşamasındayken Süryani cemaatinden bazı isimlere internet üzerinden ulaşmaya çalıştım fakat bir geri dönüş alamadım. Belki ciddiye almadılar ya da geri dönüş yapmak istemediler, nedenini bilemiyorum fakat son anda belgesel çalışması basına yansıyınca bu sorunu çözdük ve biri bir akademisyen olmak üzere iki Asuri’nin görüşlerini, duygularını almak mümkün oldu.

Görüştüğümüz iki Asuri de köken olarak Hakkari'liydi. Bu da bana göre belgesele bir artı değer ekleyecektir.
Bu konuda daha fazla bilgi vermek istemiyorum. İzleyicilerimiz için sürpriz olsun isterim. Bu iki arkadaştan biri İngiltere’den geliyordu. Telefondan kendi babasıyla görüntülü görüştüğü anları da kaydettik, duygusal anlar yaşandı tabi...

Yine Hakkari’nin bir köyünde yaşayan ve Müslümanlaşmış Asuri kökenli bir arkadaşla da karşılaştık. Onunla da konuşmak istedik fakat bu arkadaş her iki kimliğiyle de barışık olmasına rağmen konuşmak istemedi. Saygı duyduk, çünkü gerçekten de hassas bir durum..

Belgeseliniz şu anda hangi aşamada, ne zaman izleyicilerle buluşacak?

Belgeselimiz montaj, seslendirme gibi teknik aşamada. Ben başta en büyük sorunun çekimler olduğunu sanıyordum ama değilmiş! Asıl zor kısım bu teknik aşamadır. Belgesel çalışması basına yansıdıktan sonra birçok olumlu geri dönüş oldu ve kamuoyu da bir beklenti içine girdi. Açıkçası bu bizim sorumluluğumuzu arttırdı.

Kullandığımız dil ve üsluptan tutun, kullandığımız röportajlara kadar her bir ayrıntıyı özenle seçmemiz gerekecek. Bu aşama için yaklaşık bir aylık bir zaman ayırdık. Daha uzun ya da daha kısa da sürebilir. Beklentilere cevap olabilmek için uğraşıyoruz diyebilirim.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Evet, aslında bu proje çok daha kapsamlı da olabilirdi. Bölgede şu an Van sınırları içinde kalan alanlarda Doğu Süryanilerine ait başka yapılar da var. Oralara da gitsek daha iyi olurdu tabii. Ayrıca Irak Federe Kürdistan Bölgesinde halen yaşayan Asuri-Nasturiler var, onlarla görüşülerek anılarına yer verilebilirdi.

Yine dünyanın her tarafına dağılmış Asuriler var, onların da yaşamlarına uzanılabilinirdi. Ama tabi bunların hepsi maliyet, zaman ve uğraş ister. Bence bu yaptığımız belgesel Asuri - Nasturilerin son 500 yıllık patriklik merkezini de içine alan özgün coğrafyada çekildiği ve ilk olduğu için ayrıca önemlidir. Zamanla ikinci ya da üçüncüsü çekilebilir.

Bir başka önemli konu da Asuri - Nasturilerin bu topraklardan göç etme öyküsü ve yaşanan acılardır. Biz belgeselimizde Doğu Süryanilerini tanımak ve onlardan kalan tarihi yapılara odaklandığımız için bu konuyu ele almadık. Ve bu aşamada bunu çok da gerekli görmüyorum. Sonuçta Doğu Süryanileri, Kürtler ve diğer bazı inançlar, binlerce yıl bu topraklarda beraber, barış içinde yaşadılar.

1800 yıllarının ikinci yarısından 1900'lü yılların ilk çeyreğine uzanan bir süreçte yaşanan acılar elbette unutulamaz ama herkes kabul eder ki binlerce yıllık dostluk ve ortak yaşam yüz yıllık düşmanlaşmadan daha değerlidir. Buna odaklanmak gerekir. Bu acılı dönem için suçlu aranacaksa herkes kendi payına düşüni almalıdır. Bu birlikte yaşayan iki halkın kendi tercihleri de değildi bana göre, birçok dış etken vardı ve sonuçta küresel bir alt üst yaşanıyordu. Bundan sonrası için yapılabilecek şey ortak paydaları öne çıkarmak ve yanlışları telafi etmektir. Başta sorduğunuz “Vermek istediğiniz mesaj nedir” sorusunun cevabı da budur bence.

TOP