Yawsef-Beth-Turo-Makaleler
SABRO

Bitmeyen Soykırım

Türkiye neyi kaybetti? Kaybettiğinin farkında mı? Sanmıyorum… Hiç de öyle gözükmüyor. Bilakis, “kurtulduğunu” zannediyor. Bir asırdır oluşturulan algılarla, eğitim ve öğretimle ve basın yayın yoluyla sürekli Gayrimüslimlerden (Ermeni, Rum ve Süryaniler gibi Hıristiyan halklar “kurtulduklarını”, onları “cezalandırdıklarını” hatta daha da ileriye giderek, biz Gayrimüslimleri tehcir etmeselerdi ve katletmeselerdi; bugün Türkiye’den bahsedilemeyeceğini öne sürüyorlar.

İstisnalar hariç, sözüm ona “Türk solu”, “Türk demokratları” ve “Türk ilericileri” aynı minvalde konuşuyor, akıyor ve hareket ediyor.

Kürt cephesinde biraz daha cesur yaklaşımlar görmemize rağmen, istenilen yaklaşım ve tavır maalesef sergilenemiyor. Ara sıra Kürt arkadaşlarımdan, hemşehrilerimden ve yakın dostlarımdan, “Siz gitti gideli, bu toprakların tadı kayboldu, sizinle birlikte bereket gitti, bu coğrafyanın havası bozuldu” gibi duyumlar alıyorum. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse bu yaklaşımlarının daha samimi olduğunu hissetmem(iz) için pratikte daha somut adımlarını bekliyorum(z).

Çünkü bugün o dönemden kaynaklanan ve hala devam eden sıkıntılarla karşılaşan Süryaniler mevcut. İster Türkiye’de Turabdin ve Hakkari bölgelerinde, ister Kuzey Irak’ta Nuhadra (Duhok) veya Suriye’nin Gozarto bölgesinde Derik ve diğer yerleşim birimlerinde özellikle de toprak sorunları mevcut. Mor Augin Manastırı toprakları, Harbtho köyü arazileri, Derqube me Boqusyone köyü araziler ile beraber daha niceleri de mevcut.

Sayfo ile birlikte, bizler Hıristiyan halklar olarak sadece insanlarımızı kaybetmedik. Maddi ve manevi değerlerimiz, topraklarımız, köylerimiz, manastır, kilise ve okullarımız da gasp edildi. Ermeni gazetesi Agos’un yayınlamış olduğu bir araştırmayı burada sizinle paylaşmak istiyorum.

Araştırma, Hrant Dink Vakfı’nın projesi sayesinde gerçekleşti. Proje koordinatörü sayın Merve Kurt ve birlikte emek veren araştırmacılar, internette interaktif bir haritayla Anadolu ve Bethnahrin’deki (Mezopotamya) Gayrimüslimlerin (Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi halklar) ibadethanelerini, okullarını, hastane ve mezarlıklarını hem Türkiye çapında hem de şehir şehir, köy köy listeleyip incelemiştir.

Bu araştırma neticesinde ortaya çıkan tablo içler acısı. 5 bin 300 kilise, 2 bin 600 okul, 650 manastır, 570 şapel (küçük kilise), 180 sinagog, 50 yetimhane ve 25 hastane ve toplam 9 bin 375 gayrimenkul gasp edildi, ‘yok edildi’, değiştirildi. Toplumsal ve kamuya ait dile kolay 10 bine yakın gayrimenkulden bahsediyorum. Bırakın yüzbinlerce ev ve işyerinden bahsetmiyorum bile.

Anadolu ve Mezopotamya’da kaybedilen kültürel mirasın ortaya çıkarılması açısından bir ilk olması itibariyle, bu çalışma devam edecek. Halklar bazında ele alacak olursak, bu projede kayıplar şu şekilde dağılıyor: 4 bin 600 Ermeni yapısı (gayrimenkul), 4 bin 100 Rum yapısı, 650 Süryani yapısı ve 300 de Yahudi yapısı. Biz Süryani’lerin yapıları bu araştırmada çok düşük görülüyor. Nedeni ise aslında bizden kaynaklanıyor.

Bizim bu araştırmayı genişletip üzerinde durmamız gerekiyor. Biz Süryani’ler olarak çoğunluğu kilise olmak üzere bin 300 - bin 500 civarında kültürel ve toplumsal yapıyı ‘kaybettik’. Fakat bunların yarısından çoğu maalesef henüz tespit edilebilmiş değil.

Öncelikle kendi adıma bu çalışmanın eksikliklerinin olmasına rağmen çok çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Bu tür mülk gaspların kayıt altına alınması, en azından gün yüzüne çıkarılması çok değerli. Burada bahsettiğim eksikliğin aslında biz Süryani’ler için bir özeleştiri olarak ele alınması gerekir. Çünkü biz Süryani’ler hala Turabdin, Garzan, Botan, Hakkari, Gozarto ve diğer bölgelerde kaybettiğimiz değerlerin envanterini çıkarabilmiş değiliz.

Aslında Sayfo’da kaybettiklerimiz konusunda yapılacak o kadar çok şey var ki, insan nereden başlayacağını bilemiyor. Her şey yüzbinlerle hesaplanıyor. Düşünebiliyor musunuz, sadece Talat Paşa’nın anılarından çıkan toplam sürgün ve tehcir edilenlerin sayısı 924 bin 158 insan! Bunların evleri, barkları, işyerleri, malları, mülkleri, yaşadıkları yerlerde katledilenler, infaz edilenler, amele taburlarında imha edilenler bu sayının içerisinde dahi değil.

Bu çalışma ve elde edilen envanter, yok edilen uygarlıkla birlikte neyi kaybettiğimizi anlamak için de benzersiz bir kaynak. Tek yapmamız gereken, turkiyekulturvarliklari.com adresine gitmek ve detaylıca bakıp büyük fotoğrafı görebilmek.

1915’le başlayan Hıristiyan ve Yahudi halkların mülklerine el koyma politikası Cumhuriyet döneminde de çeşitli tedbirlerle devam etti. 1941 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Pogromları, 1964’te ve 1974’te Kıbrıs’ın işgali sırasında Gayrimüslimlere yapılan saldırılar ve sindirme politikaları, 1936 Beyannamesinin bahane edilmesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün cemaat vakıflarının mülklerine el koyması vs. tüm tedbirler 1915 Sayfo Süryani Soykırımı’nın bir devamıdır.

Bu konuda değerli meslektaşım Nurcan Kaya’nın yazısını okumanızda yarar görüyorum.

Tüm bu olanlar yetmiyormuş gibi, yerleşim birimlerimizin, dağlarımızın, ovalarımızın ve coğrafik bölgelerimizin isimleri de değiştirilip bize ait olan izler silinmek istendi.

Yıllar önce okuduğum ve yararlandığım Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler bölümünden değerli araştırmacı Harun Tunçel’in yaptığı araştırmayı kısaca paylaşmak istiyorum. Sayın Tunçel’in araştırması neticesinde, Türkiye’de ismi değiştirilen köylerin sayısının 12 binden fazla olduğu tespit edilmiştir.
(Tablo:1)

Yani bu araştırmadan anlaşılacağı gibi ülkemizdeki köylerin kaba bir değerle hesaplanması yapılırsa, %35 kadarının isminin değiştirilmiş̧ olduğunu göreceksiniz. Tabii bunlara dağ, ova, yayla ve diğer değiştirilmiş yerleri de eklersek, sayı 28 bine kadar çıkacaktır.

Türkiye’de yer adlarının değiştirilmesi işlemleri cumhuriyetin ilk yıllarından beri yapılagelmiştir. Bunun tek nedeni de, bu toprakların sahip olduğu kökleri, geçmişle, tarihle olan ilişkilerini koparmak ve unutturmaktan başka bir şey değildir. Bu adım tabii ki Sayfo’nun son adımıdır. Bu ad değiştirme politikası ve işlemleri, sayın Tunçel’in araştırmasında da belirttiği gibi; İçişleri Bakanlığı’nın 1940 yılı sonlarında hazırladığı 8589 sayılı genelge ile resmileşmiş ve böylece yürürlüğe girmiştir.

Harun Tunçel’in araştırmasını okumanızı tavsiye ederim.

Türkiye ile Mısır’ın bozulan ilişkileri gündemdeyken, aklıma bir karşılaştırma geldi. Mısır halkı aslen Arap olmamakla birlikte, 7’ncü yüzyılda Uqba Bin Nafi önderliğindeki Arap-İslam Kılıç işgaliyle ele geçirildikten sonra, halkın büyük bir bölümü Müslümanlaştırıldı, daha sonra da Araplaştırıldı. Bugün her ne kadar Mısır’da %15’lik bir Kıpti Hıristiyan halk mevcutsa da, Mısırın büyük çoğunluğu kendini Müslüman-Arap olarak görüyor.

Fakat tarihiyle olan bağları hiç kopmadı. Yerlerin adları değiştirilmedi, olduğu gibi otantik halleriyle bırakıldı. Piramitleriyle, firavunlarıyla gurur duyan bir Mısır devleti ve halkı var bugün. Fakat bir de Türkiye’nin haline bakın…

Netice itibariyle, düşünebiliyor musunuz topraklarımızın ve coğrafyamızın evlatları olan Trakyalı Spartaküs, Anadolu ozanı Homeros ve Bodrum’lu ünlü tarihçi Herodot, Ermeni Gomidas ve Saroyan, Süryani güneşi Nusaybinli Mor Afrem, Urfa’lı Bardayson, Mardin’li Hanna Dölabani, Diyarbakır’lı Naum Faik, Harput’lu Ashur Yusuf ve daha niceleri, ülkemiz insanları için ne kadar da yabancı insanlar haline geldi.

Bizlerden ve hatta bu topraklardan oldukları bile unutuldu, hatırlanamaz oldular. Kayıplarımızın hacmini ve düzeyini tahmin edebiliyor musunuz?

TOP