SABRO

Ekonominin kitabı…

Ben ekonominin kitabını yazmadım ama 6 yıl ekonomi okudum. Öncesinde de 1 yıl muhasebe eğitimi aldım ve yıllarca ticaretle uğraştım. Yani ben ekonomiyi çarşıda-pazarda-fabrikada öğrendim ve teorisini de üniversitede okudum. Bu yüzden son günlerde yaşanan faiz, kur, vd. konular hakkında bir-iki kelam söylemek istedim…

Ülkeler bazen “yüksek kur” tercihini bilinçli bir şekilde yaparlar ve kendi ülke paralarının yabancı ülke para birimleri karşısında değer yetirmesi için çaba sarf ederler. Bu ülkeler genellikle büyümeyi ve zenginleşmeyi ihracat üzerine inşa eden ülkelerdir. Bu ülkeler içerde ucuza ürettikleri emtiayı (malları) “yüksek kur” sayesinde değerli yabancı paralar ile dışarıya satarlar ve böylece üreticiler zenginleşirken ülke ekonomisi de büyür.

Lakin bu politikayla her zaman doğru sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Hele hele ihracatının büyük bölümü ithalata dayalı ülkelerde hiç mümkün değildir. Çünkü ihracat için dahi ithal edilecek ürünler yüksek kurdan satın alınacağı için, üretilip satılacak ürünler, rakip diğer ülkelerde üretilen ürünlerle hemen hemen aynı fiyata mal olurlar. Bu yüzden de rekabet güçleri ve kâr marjı düşer.  Dolayısıyla “yüksek kur” politikası bu ülkelerde pek bir işe yaramaz.

Türkiye, her ne kadar yarı-tarım bir az gelişmiş sanayi ülkesi ise de, ihracat ürünlerinin çok büyük bölümü tarım dışı, ithalata dayalı bir ülkedir. Bu yüzden de dışarıya sattığı bu ürünlerin çok büyük bir bölümü ithalata dayalıdır. Yani aslında Türkiye ithalat yapmadan ihracat yapabilen bir ülke değildir. Kaldı ki günümüzde Türkiye bir yarı-tarım ülkesi olmasına rağmen ham-gıda ihtiyacının büyük bir bölümünü dışarıdan ithal etmektedir.

Bütün bunların yanında Türkiye petrol-doğal gaz-elektrik gibienerji ihtiyacının da çok büyük bir bölümünü dışarıdan ithal etmek zorundadır. Kala kala Türkiye’nin elinde, dışarıya para vermeden, para kazanabildiği Turizm gelirleri dışında bir şey kalmıyor. Lakin burada da çok büyük bir rekabet var ve bu yüzden Türkiye rakipleri arasında “en ucuz turizm ülkesi” konumundadır. Dolayısıyla bu sektördeki kâr marşı da çok düşüktür.

Peki bütün bunları sadece ben mi biliyorum? Hayır, elbette sadece ben bilmiyorum. Ki her gün, iktidarın güdümünde olmayan onlarca ekonomist bunları bas bas bağırarak söylüyorlar. Hatta sadece bunları söylemiyorlar. Bunlarla birlikte Türkiye’nin bu ekonomik kısır-döngü ve sıkışıklıktan nasıl kurtulabileceğini de anlatıyorlar. Lakin “ekonominin kitabını” yazdığını söyleyen iktidar sahiplerinin farklı bir ajandası ve hesabı var ki, bu herkesin bildiği doğrulardan farklı “doğrular”a göre hareket ediyorlar. Zaten bu yüzden ben “klasik” ekonomi bilgisine sahip insanlar, günümüzün Türkiye’deki ekonomik gidişatı anlamakta zorlanıyorlar.

Son olarak şunu söyleyeyim; bazı şeyler matematikteki 2 kere 2 eşittir 4”te olduğu gibi nettir. Yoruma açık değildir. Burada da durum aynıdır. Ekonomik doğrular somuttur ve hiç kimseye göre değişiklik göstermez. Dolayısıyla manipülasyoneninde sonunda biter ve hepimiz somut gerçekliklerle karşı karşıya kalacağız. Umarım o gün geç olmaz…

Konu ekonomiden açılmışken biraz da bu yol-köprü-tünel, şehir hastanesi ve hava limanları yapım meselesine bakalım. Ama en baştan şunu söyleyeyim; Ben bir ülkenin zenginliğini ifade eden ve gelişmenin olmazsa olmazı olan ulaşım alt yapısını (havalimanı, yol-köprü-tünel) yapmayı, geliştirmeyi yanlış bulmuyorum. Aynı şekilde sosyal devletin gereği olan sağlık sistemini geliştirmek ve herkese ulaşılabilir olmasını sağlamak da yanlış değildir. Dolayısıyla her ilinde adı ne olursa olsun hastane yapmak da yanlış bir şey değil.

Kısacası ben bu yapılanları yanlış bulmuyor ama yapılış biçimi ve koşullarını doğru bulmuyorum. Çünkü yapılması gerekli olan bu işler yapılırken ülkenin ve vatandaşların çıkarını düşünmek yerine belirli bir çevrenin çıkarı düşünüldüğü yönünde hemen her kesimden çok ciddi şüphe ve dolayısıyla keskin eleştiriler var.

Evet diğer birçok konuda olduğu gibi bu alanda seçilen yap-işlet-devret modeli de bir tercih meselesidir ve bana göre bu tercih yanlış bir tercih değildir. Çünkü iktidarlar bazen yapmak istedikleri bir şeyi yapmak için ellerinde gerekli kaynaklar mevcut değildir. Bu kaynakları elde etme imkânı da her zaman kolay ve ekonomik olmayabilir. İşte böylesi durumlarda iktidarlar ihtiyaç duydukları kaynağı zamana yayarak yapılmasını gerekli gördükleri işleri bu model ile yaparlar. Burada yanlış olan bir durum yok. Yanlış olan yapılan bu tercih sonucu kullanılan modelin, yap-işlet-devret modelinin ele alış biçimi ve işleyişidir.

Normalde iktidarlar hangi siyasal düşünceyi savunursa savunsun devleti yönetmeye başladıkları andan itibaren ülkedeki herkese eşit mesafede olmak ve herkese eşit imkân sunmak zorundadırlar. Bu çerçevede yap-işlet-devlet modeli ile yapılacak işleri de yapmak isteyen herkese imkân vermeleri gerekmektedir. Ama maalesef Türkiye’de bu işler böyle yapılmıyor.

Türkiye’de yap-işlet-devret modeli şu andaki iktidarın elinde tam bir “devleti hortumlama” modeli olarak işlev görmektedir. Çünkü iktidar bu modelle yaptırdığı işlerin çoğunu, ihaleyle değil, davet usulüyle sadece belli bir çevre, “beşli çete”yeyaptırmaktadır. Bu yetmiyormuş gibi işletme süresinde, ticaretin en doğal kurallarından biri olan “riziko”yu da ortadan kaldırarak işletmeciye kâr garantisi vermektedir. Bu kâr miktarı da tamamen iktidarın insafına kalmış durumda. Ki iktidar da bu konuda maalesef pek insaflı davranmıyor.

Diğer önemli bir nokta da iktidarın işletmeciye verdiği müşteri garantisidir. Elde edilen bilgilere göre otoyollarda ve havalimanlarında verilen garanti müşteri rakamları çok yüksek. Bu durum özellikle havalimanlarında açıkça ortaya çıkıyor. Birçok uzman son dönemde yapılan havalimanları içerisinde, iktidarın verdiği garanti “müşteri” miktarına ulaşabilecek havalimanı sayısının 3-4’ü geçmeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla ortaya çıkan açığı devlet karşılayacak ve haliyle o havalimanını kullanıp kullanmadığımıza bakılmaksızın hepimizin cebinden çıkacak.

İşte bizim eleştirdiğimiz şeyler bunlardır. Yap-işlet-devret modelinin bu iktidarın elinde ülkeyi “soyma” aracı yapılmasından rahatsızlık duyuyoruz. Yoksa ülkemizin her yerinde havalimanı inşa edilmesine, her insana ulaşabileceği bir sağlık kurumunun açılmasına ve yol-köprü-tünel yapılmasına elbette ki karşı değiliz.

TOP