SABRO

Lozan Antlaşması ve Sonuçları

Lozan antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı merkezi bir devlet olmanın en önemli aşamalarından bir tanesidir. Bilindiği gibi 1900’lü yılların başında çökme ile karşı karşıya kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun içindeki bir grup aydın, ki bunlara Jön Türkler deniliyor, yıkılmaya doğru giden Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine yeni bir devlet oluşturma çabasına giriştiler. Bu çabaların ilk aşamasında Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde yaşayan bütün kimliklere ait aydınlar da yer alıyordu.

Bu aydınların yaptığı ilk toplantılarda Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine ikame edilecek devletin merkezi mi yoksa federatif ya da Ademi-Merkeziyetçi bir devlet mi olacağı konusundaki tartışmalar üzerine gelişti. Zaman içerisinde bu tartışmalar beraberinde bir ayrışmayı da getirdi. Bu ayrışma sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine ikame edilecek devletin federatif bir yapı olmasını isteyenler, ki çoğu Ermeni olan bu aydınlar tasfiye edildi.

Daha sonraki süreçte, tartışmaları devam ettiren aydınlar arasında bu sefer oluşturulacak yeni merkezi devletin ideolojik yapılanması, kimliği ve diğer noktaları üzerinde tartışmalar başladı. Bu tartışmalar içerisinde en çok da kimlik konusunda,yani devletin hangi kimlik üzerinde şekillenmesi konusunda ayrışma yaşandı.

O güne kadar Jön Türkler içerisinde, aydınlar arasındaOsmanlıcılık, Ümmetçilik, Türkçülük, İslamcılık gibi farklı kimlikler farklı ideolojik yapılanmaları savunan kesimler vardı. Bu kesimlerin yaptığı tartışmalar sırasında Türkçüler ve İslamcılar ittifak kurup, oluşturulacak yeni devletinTürk-İslam-Sünni kimlik üzerinde şekillenmesi konusunda anlaştılar ve diğer kimlikleri savunan kesimleri tasfiye etmeye başladılar.

Osmanlı İmparatorluğu’nu ikame edecek devletin, Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı merkezi bir devlet olması konusunda tam bir mutabakat oluşturulduktan sonra bu sefer bunun için verilecek mücadeleyi yürütecek parti ve kadrolar belirlendi. 1900’lü yılların başında kurulan İttihat ve TerakkiCemiyeti ile Enver, Talat ve Cemal Paşalar bu şekilde ortaya çıktı.

Yaklaşık 10 yıllık bir zaman süreci içerisinde yürütülen bu çalışmalarda varılmak istenen hedefin, yani Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı ulus-devletin önünde çok büyük bir engel vardı. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu çok farklı etnik ve dini yapılardan şekilleniyordu. Ancak oluşturulmak istenen merkezi devlet daha çok Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı bir ulus devletti. Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu içerisinde var olan kimliklerin bir şekilde Türk ve İslamlaştırılmasıgerekiyordu. Eğer bu dönüşüm sağlanamıyorsa da bu farklı kimliklerin tasfiye edilmesi gerekiyordu.

1915 soykırımı bu temel hedefe ulaşma isteği sonucunda ortaya çıktı. Çünkü o günkü egemen kadrolar, Müslüman ama Türk olmayan kimliklerin zaman içerisinde Türkleştirilebileceğine, ancak Müslüman olmayan kimliklerin ise Türkleştirilemeyeceğine inanıyorlardı. Bu dönemde dünya genelinde ortaya çıkan çıkar çatışmaları ve bu çatışmaların bir dünya savaşına dönüşmesi de İttihat ve Terakki kadrolarının yapmak istedikleri bu soykırımı yapmalarına yardımcı oldu ve hemen işe giriştiler.

Ancak I. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde yer aldığı grubun yenilmesiyle sonuçlandı. Ve dolayısıyla 1915’te başlayan soykırım süreci bir anlamda sekteye uğradı. Bunun üzerine, sekteye uğrayan ve duran sürecin kadroları tasfiye edilip yerine yeni kadrolar geçti. Bu yeni kadroların başında da Mustafa Kemal ve arkadaşları geliyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadrolarında ortaya çıkan bu değişiklik, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önüne koyduğu hedefte herhangi bir sapmaya neden olmadı ve yerlerine geçen ikinci kadro dediğimiz grupta yer alan insanlar tarafından devam ettirildi ve hemen çalışmalara başlan.

Diğer tarafta Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlanmasınınardından galip devletler, Osmanlı İmparatorluğu ile birçok anlaşma yaptı. Ki bu anlaşmaların çoğu da, miadını dolduran feodal temellere dayalı Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi temelindeydi. Dolayısıyla bu dönemden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde farklı mücadeleler gelişti: Bir tarafta Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan ve farklı kimliklerden oluşan Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye etmeye çalışan güçler, diğer tarafta Osmanlı İmparatorluğu’nu Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı bir Ulus-Devlete dönüştürme çabası içerisinde olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yeni kadroları.

Bunun yanında 1900’lu yılların başında bölgede yeni bir güç olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ortaya çıktı. Ki bu güç hem batı hem de oluşturulmaya çalışılan yeni ulus-Devlet için de tehlikeli kategorisindeydi. Dolayısıyla da iki gücün de karşısında konumlanıyor, ancak kendi sınırları dışında fazla hareket kabiliyetine sahip değildi. Birinci Dünya Savaşını galip bitiren batılı ittifak güçleri ile Osmanlı arasında imzalanan Sevr Anlaşması bu şartlar içerisinde ortaya çıktı. Lakin Sevr, Türkçülerin kabul edebileceği sınırlar içerisinde değildi.

Tam bu durumda Osmanlı sınırları içerisinde geliştirilenmücadele ile Batının Osmanlı’ya yaklaşımı ve SSCB’nin bölgedeki gelişimi, geleceğe dönük hesaplar Osmanlı’nın geleceği konusunda bütün güçleri ortak bir noktada birleştirdi. Böylece Mustafa Kemal liderliğindeki ulus-devletçiler, batı ittifakı ve SSCB, Osmanlı’yı ikame eden yeni bir devletin oluşumu noktasında anlaştı. Lozan Antlaşması bu çerçeve içerisinde gündeme geldi ve imzalandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sözleşmesi olarak kabul edilen Lozan Anlaşmasının birkaç temel noktası vardır. Bunlar:

1- Batılılar açısından; Ortadoğu’da kendi düşüncelerini ayakta tutacak çıkarlarını koruyacak bir devlet oluşturdular. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, batının siyasi, kültürel ve askeri öncelikleri temelinde kuruldu.
2- Türkler açısından; Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine yeni bir devlet ikamet etmek isteyen bu güçler de, her ne kadar sınırları daralmış olsa da Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı merkezi bir devlet kurulmuş oldu.
3- Halklar açısından; yıllardır baskı altında yaşayan Osmanlı sınırları içerisindeki halklar bu süreci en büyük zararla kapatanların başında gelmektedir. Çünkü Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve Türkiye’nin kurulmasıyla birlikte halkların varlığı inkâr edildi ve Mezopotamya, Ermenistan ile Kürdistan’ın siyasal olarak var olma imkanı ortadan kaldırıldı.
Lozan Antlaşmasının imzalanması ve dolayısıyla Mezopotamya, Ermenistan ile Kürdistan’ın paylaşılması veyok edilmesiyle birlikte bu coğrafyada yaşayan halkların da gelecekleri yok edilmeye başlandı. Hem Lozan Anlaşması ileazınlık haklarına kavuşturulan Gayrimüslimler hem de buanlaşmada hiçbir şekilde görülmeyen Kürtler bu süreç sonrasında çok ciddi kayıplarla karşılaştılar.

Bilindiği gibi bu antlaşma sonrasında Türkiye’de “Türk” dışındaki hiçbir etnik kimlik görülmedi, kabul edilmedi ve hakları verilmedi. Lozan antlaşmasında garanti altına alınmasına rağmen Müslüman olmayan Süryanilerin, Ezidilerin ve Alevilerin hakları ise hiçbir şekilde kullandırılmadı. Batılı devletlerin dayatmasıyla dini azınlık olarak kabul edilen Ermeni, Rum ve Yahudiler’in Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarına ise hiçbir zaman saygı gösterilmedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlayışı başından beri Türk-İslam-Sünni bir kimliğe dayalı bir ulus-devlet oluşturmak olduğu için her aşamada Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan halklar içerisinde bulunan Türkler dışındaki tüm kimlikleri yok sayma ve imha etme üzerine inşa edildi. Bu yüzden de Lozan antlaşması imzalanırken “Türk” dışındaki kimlikler yok sayıldı. Buna bağlı olarak azınlık hakları da Müslüman olmayanlara verilmiştir ve Antlaşma’da hiçbir etnik isim zikredilmemiştir.

Bundan dolayıdır ki egemenler zaman içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Türk-İslam-Sünni kimlik dışındaki etnik, dini ve kültürel güç merkezlerinden dönüştürebildiklerini dönüştürdü, dönüştüremediklerini de tasfiye etti. 1924 Hakkâri-Nasturi Sürgünü, Süryani okullarının kapatılması, Süryani Kilise Patrikleri’ninTürkiye’den çıkarılması, günümüze kadar devam eden göçertmeler ve daha birçok tasarrufun amacı budur.

Sonuç olarak; Lozan Anlaşması her ne kadar birey olarak Süryanilere, Ermenilere, Rumlara ve Müslüman olmayan diğer halklara kültürel bazı haklar tanıyor olsa da özünde Türk-İslam-Sünni kimliğe dayalı ulus-devletin kurulması, yaşatılması ve korunması için yazılmıştır. Ki zaman içerisinde içinde yazılan bu hakların da gerektiği gibi kullanılmasını sağlamamış, engellemiştir ve batılılardan (antlaşmanın altında imzası olan ülkelerden) kaynaklı hiçbir itirazla karşılaşmamıştır. Dolayısıyla Lozan Antlaşması, başta Süryaniler, Ermeniler, Rumlar ve Kürtler olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bütün kimliklere yok edilmesine yönelik bir ferman niteliğindedir.

TOP